Bu ekonomik zirveler neredeyse 40 yıl öncesine kadar uzanıyor. Fransa Cumhurbaşkanı Valéry Giscard d’Estaing, Kasım 1975’te dünyanın o zamanki en büyük altı ekonomisinin liderlerini -ABD, Japonya, Almanya, Fransa, Birleşik Krallık ve İtalya- Paris’in hemen dışındaki Château de Rambouillet’e davet etmişti. Amaç 1973-74’te yaşanan petrol şokunu atlatmada dünyaya yardım etmek için birlikte nasıl çalışılabileceğini tartışmaktı. Kanada ve sonrasında Rusya katılımıyla G8 oluştu. Şimdi Putin’in davranışları sebebiyle tekrar G7’ye döndük. Hiçbir zaman doğal bir üye olmayan Rusya, dışarıda bırakıldı.
Artık G7 ekonomik bir gücü yansıtmıyor olsa da –şimdi iki numaralı ekonomi Çin- liderler 1975’teki gibi bir tehditle yüzleşmek zorunda. O zamanlar sorun çalkantılı petrol fiyatları, tehdit ise kontrolden çıkmış enflasyondu. Şimdi de asıl mesele, gelişmiş dünyanın aşırı borç yüklenmesi ki, bu ekonomik iyileşmeyi sekteye uğratma tehlikesi taşıyor.
Uygulanan mali politikaların dezavantajları ortaya çıkıyor, özellikle de gelişmiş dünyadaki refah eşitsizliği üzerindeki etkileri. Avrupa Merkez Bankası, geçen sene parasal gevşeme programına başladığından beri Alman borsası yüzde 20 arttı. Geçtiğimiz birkaç günde Münih’te yaşanan protestolar bu açıdan önemli. Sıkılaştırma politikası ve artan faiz oranları iyileşmeyi öldürebilir.
Dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 0,3’ü olan Yunanistan’daki zorluklar neden bu kadar önem taşıyor? Hepimizin Yunanistan’ı sevmesi dışında, buna en aşikâr cevap, siyasi yararın ekonomik sağduyuyu gölgede bırakmasıyla birlikte Yunanistan’ın ortak Avrupa para biriminin sebep olduğu sıkıntının bir formuna örnek teşkil ediyor olması. Daha az görünür ama daha fazla endişelendirici olan ise borçların tüm dünya ekonomisine haddinden fazla yüklenmesi. Yunanistan, bu küresel olgunun uç örneği. Orada olanları hepimiz biliyoruz, milli borç hem mutlak olarak hem de gayrisafi yurtiçi hasılaya oranla hâlâ yükseliyor. Detaylar farklılaşsa da aynı örüntü büyük ekonomilerin nerdeyse hepsinde geçerli. Çin’de de durum aynı. Büyük ekonomilerden sadece Almanya’da bütçe fazlası var ve onlar bile azalan işgücü ve artan emekli sayısıyla borç yönetiminde sorun yaşıyor.
Benzer baskılar kişisel düzeyde de yaşanıyor. Bazı ülkelerde insanlar borçlarını ödemeye başladı. Konut kredileri sıfıra yakın faiz oranlarıyla verilirse niye daha fazla kredi almayasınız ve daha büyük bir ev için daha fazla ödemeyesiniz ki? Kolay para, insanları kötü yatırım kararları almaya itiyor, aynı Euro bölgesine girdiğinde kolay paranın Yunanistan’ı da aynı şeyi yapmaya teşvik etmesi gibi.
Peki ne yapılmalı? Umutsuzluğa düşmek kolay, özellikle de dünya ekonomisi demografi ve çevre gibi karşıdan esen başka rüzgârlarla da karşı karşıya olunca. Ancak ilk ekonomi zirvesinden sonraki deneyim büyük oranda teşvik edici. Bu zirve kendi başına hiçbir şeyi düzeltmedi. Sonraki yıl IMF Britanya’yı kurtardı ve 1970 sonlarında küresel enflasyon yine yükseldi. Yüksek faiz oranlarını yüksek enflasyon izledi. İyi haber şu ki, bugün yüksek faiz oranlarına, en azından o zamanki gibi iki haneli rakamlara ihtiyacımız yok. Tahvil piyasasının geçen hafta fark ettiği üzere daha yüksek rakamlara ihtiyacımız var. IMF, ABD Merkez Bankası’nın kısa dönemli faizlerde ilk artışı önümüzdeki seneye kadar bekletmesini istiyor. Tahvil piyasaları aksini düşünüyor.
Oranlar artınca gerçekten ödeme yapamayanlar için bir rahatlama olacak. Bu, Yunanistan’ı da kapsıyor. Dünya ekonomisinde bir sürü güzel şey yaşanıyor, özellikle teknoloji kullanımı servis sektörünü daha üretken kılıyor ve bu da büyümeyi getirecek. Ekonomi zirvelerini genellikle siyaset ele geçirir ama bu seferki zirve siyasi liderlerimizi borçlarla direkt ilgilenilmesi gerektiği yönünde teşvik ederse iyi bir iş yapmış olacak.
Independent, 6 Haziran 2015